Friday, October 29, 2010

Çevrenin İnsan Davranışları Üzerinde Etkileri

Bulunduğumuz mekanların davranışlarımız üzerindeki etkilerini hiç düşündünüz mü? Mekanlar
sadece aktivitelerin gerçekleştiği değil, aynı zamanda kişiler arası ilişkilerin önemli oranda belirlendiği ve insanların sosyal statülerinin iletildiği hacimlerdir. Bu sebeple mekanlar, sosyal anlamlarından bağımsız düşünülmemelidir

Mekanın insan davranışları üzerine etkilerini ele aldığımızda; mekanın etki alanına göre gruplandırıldığını görürüz. Bu ayırım ilk olarak macrospace ve microspace olarak daha sonra ise microspace’in alt alanlarına bölünerek kendini oluşturur. Kısaca macrospace, genel olarak yaşadığımız mekanın coğrafi özelliklerini, iklimini içine alarak oldukça geniş çaplı bir etki alanı oluşturur. Microspace ise daha dar bir etki alanına sahiptir ve kendi içinde iki alt alandan oluşur. Bunlar; insanın hakimiyet alanı ve kişisel alandır. İnsanın hakimiyet alanı, mülkiyeti yansıtan sözsüz göstergelerdir. Bunlar içinde bulunduğumuz şehri, binaları, evimizi, içlerindeki eşyaları, restoranların kafelerin ve bunun gibi sosyal alanların dizaynlarını, kullandıkları renklere, materyallere kadar içine alan kısımdır. Diğer alan olan kişisel alan; vücudu cam bir küre gibi sardığı varsayılan alandan oluşur.

İlk olarak macrospace’den başlarsak; oldukça geniş bir etki alanını içine aldığını görebiliriz. Daha öncede belirttiğim gibi bu alan coğrafya, iklimsel özellikler ve benzeri etkenleri içine alır. Peki coğrafya, iklim gibi doğal oluşumlar insan davranışlarını nasıl etkilerler? Bu sorunun cevabına çok öncelere, uzun tarihi geçmişe dönerek yaşanmışlıklardan bazı örnekler alarak ulaşabiliriz. Örneğin bilinen en eski uygarlıkların seçmiş oldukları coğrafyalara baktığımızda nehir kenarlarında, rahatlıkla su ve yiyecek bulabilecekleri, yaşamak için elverişli iklim özelliklerine sahip alanları seçtiklerini görebiliriz. Bu elverişli iklim özellikleri ve coğrafi ihtiyaçlarının büyük kısmını karşılayan topluluklar kendilerine yapacak başka meşkaleler bularak, başka alanlarda kendilerini geliştirmiş ve belkide bu yüzden en eski ve köklü uygarlıkların vatanı olan mezopotamya elverişli özellikleri sayesinde bu kültürel gelişime yön vermiştir. Aynı konuyu yine tarih üzerinden farklı bir bağlamıyla da örneklendirebiliriz; buzul çağı olarak anılan dönem tam tarihi bilinmese de ondördüncü yüzyılın ortalarına rastladığı düşünülmektedir. Bu dönemde dünyanın soğumasıyla birlikte insanların yerleşim düzenleri, yaşama koşulları ve alışkanlıkları tamamiyle değişmiştir. Soğuk iklime alışık olmayan insanların bir çoğu ölmüş geri kalanlar ise adapte olmaya çalışarak tüm hayatlarını değiştirmişlerdir.

Günümüze geldiğimizde çeşitli coğrafi ve iklimsel özelliklere sahip olan dünyamızın büyük bir bölümünde farklı yerleşimler farklı farklı kültürler mevcuttur ve bu kültürler içinde yaşayan insanların yaşam tarzlarından dış görünüşlerine kadar bir çok özellikleri farklıdır. Örneğin, bu konu hakkında araştırma yapmış olan Lee’ye göre tropik alanlarda yaşayanlar daha az üretken bir yaşam sürdürürken, daha soğuk bir iklim kuşağında yaşayanlar, soğuk iklim yüzünden yiyeeklerini saklamak ve korunmak için daha kısıtlı olanaklara sahiptirler ve bu kişiler paylaşımda uzlaşımı sağlayabilmek amacıyla daha fazla kural üretirler, yaşamları daha fazla kurala bağlıdır. Böylece sosyal ilişkiler daha karmaşık ama bir o kadar da sert kurallara bağlanır. Bu konuyla ilgili bunun gibi çeşitli örnekler vermek mümkündür. Soğuk ülkelerde yaşayan insanlarda görülen intihar oranının fazlalığının sıcak ülkelere oranla oldukça fazla oluşu coğrafi ve klimatik özelliklerin insan davranışları ve psikolojisi üzerindeki etkilerini görebiliriz. Bunun dışında, malzemelerin objelerin ve yapıların iletileri, kültürler arasında farklılık gösterir.

Her fiziksel çevrenin, sadece ait olduğu kültürel grubun anlayabildiği işaretler malzemeler renkler biçimler boyut ve mekan düzenlemesi ile ifade edilen belirli bir sosyal anlamı vardır. Bunlardan en belirgin olanı mimaridir. Kuzey ülkelerinde yoğun kar yağışı yüzünden karın evlerin üzerinde tabakalaşmaması için çatılar üçgen şeklinde yapılmış, sıcak ülkelerde ise çatısız teraslı evler tercih edilmiştir.

Coğrafi özellikler ve iklim her ne kadar insan davranışlarını etkilesede günümüz dünyasında teknolojinin gelişimiyle birlikte en elverişsiz alanlar bile artık birtakım düzenlemelerle yaşama alanlarına dönüşmektedir. Bu yüzden etki alanını daraltarak farklı çevresel faktörlerden bahsedebiliriz. Bu konu ise microspace dediğimiz alanın kapsamına girmektedir. Yani daha dar kapsamlı olan insanın hakimiyet alanı ve kişisel alan kavramlarının açılımlarını ve insan davranışları üzerindeki etkilerini bu alanlar bağlamında inceleyebiliriz.


Günümüzde tasarımın önemli ölçüde değişim göstermesi ve hayatımızın her alanına yayılmasıyla birlikte, insan algıları da bununla beraber seçicilik kazanmıştır. Bulunduğumuz mekanlar, mekan içerisinde kullanılan renkler ve çevre algılarımızı etkileriyerek davranışlarımıza yön verir olmuşlardır. Etkileşimi belirleyen kurallar genelde sosyal kurallarken, işaretler fizikseldir. Bu gibi işaretlerin sahip oldukları dilin gücü nerede ve nasıl kullanıldıklarına bağlı olarak değişim göstermektedir. Çoğu zaman bu güç hareketlerimizi, görsel ve işitsel duyumuzu kısıtlayarak davranışlarımızı etkilemektedir.


Bir mekanın oluşturulması, öncelikle o mekanda gerçekleşecek aktivitenin tanımlanması anlamına gelmektedir. Mekanın düzenleniş şekli de, aktivitenin nasıl gerçekleşeceğini belirler, buna bağlı olarak bir mekanın kullanıcının davranışlarını yönlendirmesi ve sınırlandırması söz konusudur. Mesela, bir odanın düzenlenişi, bir binanın tasarımı, büyük ölçüde, teşvik edilmesi veya önlenmesi istenen davranışlara dayandığı düşünülebilir. Örneğin; bugünlerde özel yaşantılarımızın fiziksel görünümlerine şöle bir göz gezdirdiğimizde, ilk olarak ele alınması gereken nokta evlerimizdir. Evimizde duvarlar için tercih ettiğimiz renklerden, mobilyaların düzenine, televizyonu odanın neresine koyduğumuza kadar herşey ruhsal hayatımızı etkisi altına alan birtakım etmenlerdendir.


Mantıksal sınırlamaları, elemanların uzamsal veya işlevsel düzenlenişi, etkilendikleri ve değiştirdikleri durumlar ile kullanım şekilleri arasındaki mantıksal ilişki belirler. Örnek olarak bir kafeteryada, yemeğin self servis olarak alındığı büfenin olması ve hemen yanında ödemenin yapılacağı kasanın yer almasıyla, yemeğin önce alınıp masaya sonra oturtulması, büfenin önünde kasanın olmadığı taraftan ilerlemeye başlanması, ödemenin yemekten önce yapılması şeklinde, olası davranışların sınırlandırılması ve kullanıcının istenen davranış şekline yönlendirilmesi söz konusudur. Ya da, bir banka gibi, müşterinin hizmet almak için sıraya girmesi gereken mekanlarda, gişelerin üst kısmında ışıklı ve sesli bir gösterge ile belirtilen ve artarak ilerleyen numara, kişinin işleminin yapılması için numara alması gerektiğini iletir. Herhangi bir mekanda bu sistemle karşılaşmamış olan bir kullanıcının, bu kullanım şekliyle ilgili ön bilgisi oluşmuş olur.


Diğer bir nokta ise, fiziksel çevrenin en kolay değiştirilebilen boyutu olan renktir. Renklerin mekansal algıyı ve kişinin ruh halini etkilediği, aynı zamanda ferahlığın ve buna bağlı olarak kalabalık algısının da renkten etkilendiği düşünülür. Acking ve Kullar, açık renkteki mekanların daha geniş ve ferah algılandığı sonucuna ulaşmışlardır. Renk olgusuna bağlı olarak, aydınlatma çeşitlerinin, kişinin ruh hali üzerinde farklı etkileri olabilir; iyi aydınlatılmış parlak bir mekan, ferahlık, hareketlilik, neşe; buna karşılık, loş olarak aydınlatılmış bir makan belirsizlik, gizem, sakinlik veya samimiyet hisleri uyandırdığı düşünülür. Renk algısının bir başka yönü ise, renklerin sahip olduğu görünür ısı değeridir. Bununla ilgili bir araştırmaya göre; belli renkler, sıcak olarak görülür ve uygulandıkları biçimlere yakınlık hissi yüklerler. Karşıt olarak soğuk renkler ise serin olarak görülür ve uzaklaşma hissi yaratırlar.

Mekânların kullanılış şeklinin, dostluğun bir göstergesi olabileceği gibi, statünün de göstergesi olduğu söylenmektedir. Genelde, önde olmanın, yüksekte oturmanın, sağda tarafta oturmanın yüksek statü anlamına geldiği düşünülür. Buna örnek olarak, kralların, sultanların, yargıçların yüksekte oturmasını; yüksek rütbeli yöneticiler vb. kişilerin önde yürümesini örnek olarak verebiliriz.


Tüm bunlarla ilgili son olarak değinebileceğimiz bir konu da, kendi çevremizde oluşturduğumuz boş mekânlar yoluyla da iletişimde bulunmamızdır. Başka insanlara olan uzaklığımızı ayarlayarak, onlara uzak ya da yakın durarak, birtakım mesajlar iletiriz. Sevdiğimiz insanlara yakın durmayı tercih ederken, daha az sevdiklerimizle aramızda biraz daha fazla mesafe bulunmasına dikkat eder, hiç tanımadığımız insanlara ise daha da uzak dururuz. Bu durum microspace’nin alt alanlarından kişisel alan ile ilgilidir. Sokakta tanımadığımız birisi, 5 cm kadar yanımıza yaklaşıp bize adres sormak isterse, pek çoğumuz en az bir adım uzaklaşmak isteriz. Bu davranışımızla o kişiye, “seni tanımıyorum, bu kadar fazla yaklaşma” mesajını vermiş oluruz. Her ne kadar kısa mesafelerde yaşasak da birbirlerimizden çok farklı hayatlar sürer, bu nedenle de kendimize ait bir kişisel alan oluşturmak isteriz.

Oldukça karmaşık bir yapıdan oluşan insan, gerek fizyolojik gerek psikolojik açıdan dış faktörlere maruz kalarak etkilenmektedir. Psikolojik açıdan açıdan insan psikoloji üzeinde etkili olan ve davranışlarını farlı yönde değiştirebilen etkenlerden en önemlisi çevre ve mekan algısıdır. Çevremizde bulunan neredeyse her şey bize sözsüz uyaranlar göndererek genel ve anlık psikolojimizde etkilerde bulunur. Sonuç olarak söyleyebileceğimiz; coğrafyadan, iklime, şehir planından, evimizin dizaynına, oturduğumuz kafe ve restoranlara kadar çevremizde bulunan sözsüz neredeyse tüm göstergeler, psikolojimize ve bununla beraber davranışlarımıza etki etmektedirler.

No comments:

Post a Comment